4 Ağustos 2009 Salı

Herkeş sena bakiyö gız!

Istanbul, Nişantaşı. Evimden dışarı adımımı atmamla aylar sonra yeniden tanıdığım, sevdiğim sokaklara geri dönmüş oldum. Karşıdaki bakkalın, köşedeki fırının hala yerinde olduğunu görüp sevindim. Fırında ufak bir kahvaltının ardından yeniden yola koyuldum.

İstanbul'da ilk gün sevincim iki sokak sürdü sadece. Zira ilk ufak çaplı tacizimi benimkine paralel üçüncü sokakta yedim. Laf atan adam da haklı; nerden bilsin benim kulağımda ipod olmasına rağmen onu da gayet iyi duyabildiğimi... 'Herkeş sena bakiyö gız!' ondan alıntı. Bu arada, üstümde pantalon-tişört. Yani millet askılı mini elbiselerle dolaşanlara değil bana mı bakıyomuş? Anlamadım...

Bir süre sonra Sultanahmet. Elimde telefon; buluşmak üzere sözleştiğim arkadaşlarımı bekliyorum. Haliyle, onları görür müyüm diye etrafıma bakıyorum. 'Are you lost?' diye soruyor iki delikanlı. Bu kadar mı yabancısı gözüküyorum bu memleketin? Onlar 'hayır, teşekkürler' diye cevap verince şaşırıyor ve israr etmiyorlar. İki adım yanımda, bankta oturan adamsa sağır olsa gerek; anlamadığımı düşüne düşüne devam ediyor laf atmaya, tekerleme gibi küfretmeye.

Karaköy. Tramvay. Biner binmez yanımdaki adam elinde torba olmasına rağmen başlıyor huzursuz el hareketleri yapmaya. Benim pek de aptal olmadığımı; hatta önce eline sonra suratına gayet türk işi mimiklerle baktığımı; kendimi de çanta vasıtasıyla korumaya aldığımı fark edip vazgeçiyor. Bu arada, yanımdakilerle ingilizce konuşuyorum ya; bütün tramvayda bizi dinliyor açmış kulaklarını, gözlerini. İstanbul hakkında bir tek hatalı bilgi verirsem atlayıp düzeltecekler.

Ne bileyim...