29 Eylül 2008 Pazartesi

Vuelta al cole!

'Vuelta al cole' İspanyolların önemli bir kısmı için Eylül ayının en büyük olayı. Türkçesi 'Okula dönüş', yani ilköğretim okullarının ve liselerin açıldığı gün. Ama tabii okula dönüş hakkındaki haberler, hazırlıklar bir ay öncesinden başlıyor. Bir de, okulun ilk günü akşamı bütün ana haberlerde Kral ve Kraliçe'nin torunu, Asturias prenslerinin kızı Leonor'un okuldaki ilk günü tekrar tekrar verilmek suretiyle aklımıza kazındı... Kraliyet Ailesi fenomenine henüz alışabilmiş değilim ama İspanyol basınının onlara bu kadar yer ayırması sayesinde buna da çabucak alışacağıma eminim.

Tabii okullar açılalı bir 10 gün kadar oluyor aslında. Ama benimki daha bugün başladı =) Burada anlatıp da sizi sıkmak istemediğim bazı sebeplerden biraz stresli bir başlangıç oldu benimkisi... Yine de nihayet dersler, sınıf arkadaşlıkları, kısacası sosyal hayata uyum süreci başladı, heyo! Ben de kendimi prenses gibi hissettim bugün =P Gerçi beni okul kapısında kameralar beklemiyordu ama, olsun. Bir de bugüne kadar pek çok 'okula dönüş' yaşamış olmama rağmen derslerin ilk gününün benim için hala çok-anlamlı bir olay olduğunu fark ettim.

İlk gün tanışalım kaynaşalım diye öğrenciler ve hocalar için bir kokteyl hazırlamışlar. Kokteyli açan bölüm başkanımız 'Katalanca çok kolay, zaten 2 haftada öğrenirsiniz, ondan sonra hep katalanca konuşucaz' deyince gülümsemeyle karışık hafif bir mırıltı oldu salonda. Aslında haklı galiba. Zira lafa katalanca girmişti önce. Sonra biri 'Öğrencilerin çoğu yabancı, ispanyolca konuşalım bence' deyince 'castellano'ya döndü bölüm başkanımız. Ama bu arada anlattıklarının da hepsini anlamış olmaktan duyduğum, bir şeyi ilk defa başarmış küçük çocuk gururumu sizlerle paylaşmak isterim =) Dersler katalanca olacakmış ama ödevlerimizi pek çok dilde yazabilecekmişiz. En azından ispanyolca, fransızca ve ingilizce. Yine de, ilk dersimin hocası dersi ispanyolca yapacağını söyleyerek beni biraz olsun rahatlattı. -Her geçen gün İspanyol Pansiyonu'nun gerçekçi taraflarını keşfediyorum: ev arama macerası, katalanca dersler vb-

Okula başlamanın bir güzel tarafı da sonunda İspanyolların (ya da Katalanların) arasına karışmak oldu. Etrafımda almanca, rusça, danca, ingilizce değil de ispanyolca ve katalanca duymaya başladım artık. Ki ikisi de duymaktan ayrı bir zevk aldığım diller olduğundan pek bir mutluyum. Hatta bugün, sınıf arkadaşlarımla konuşurken, ispanyolca dinlemenin verdiği mutluluktan arada bana sordukları soruları bir iki saniye gecikmeyle algıladığımı fark edince biraz telaşlandım =) Bu duruma alışıp toparlanmam gerek.

Sınıfa gelince, şimdilik dünya karmasına katılanlar -Türkiye dışında- şöyle: Estonya, Romanya, Polonya, Yunanistan, İtalya, Fransa, Kolombiya, Meksika, Brezilya, Şili, Arjantin ve biraz da İspanya... Sınıftaki herkesin sempatik olması, daha tanışmamış olanların bile şakalaşması da bir başka güzel durum. Ayrıca bu kadar farklı ülkeden öğrenci olması ilk dersin hocasını çok memnun etti (Bu arada ilk ders 'Görsel Kültür' olduğundan bizim kültürel farklılıklarımızın kendisi için büyük bir avantaj olacağını düşünüyor hocamız).

İyi bayramlar ve Bona nit!

28 Eylül 2008 Pazar

Yaşasın toplu taşıma!

Daha yaratıcı bir başlık ummuştum kendimden ama bu aralar biraz bayılmış haldeyim. Yine de başımdan geçen şu güzel olayı sizlerle paylaşmak istedim:

Geçtiğimiz cuma günü yine birtakım resmi meseleler peşinde koşturdum ve ne şaşırtıcıdır ki birini çözmeyi başardım. Sonra, azar azar soğuyan hava dolayısıyla bir yorganın eksikliğini hissetmeye başladığımdan, İkea'yı yeniden ziyaret etmeye karar verdim. Plaza Espanya'yan kalkan her tren (Ferrocarils de la Generalitat) İkea'ya gittiğinden, her zamanki biletimle gördüğüm ilk trene atladım. İkea'ya gitmek için indiğim duraktan çıkarken orta yaşlı sevimli bir bayan 'İkea'ya mı gidiyorsunuz? Buyrun!' deyip bana 5 euro+1 kahve değerinde bir kupon uzattı. Üzerinde 'Toplu taşımayı tercih ettiğiniz için teşekkürler' yazan bu kupon ancak 50 euro ve üzeri alışverişlerde geçerliymiş. Neyse ki benim alışverişim 52 euro tuttu. Böylece afişini ilk gördüğümde çok da umursamadığım 'Sustainable Mobility' ya da ispanyolcasıyla 'Movilidad Sostenible' haftasının ne kadar güzel bir şey olduğu keşfettim =)

Ama olayın bir de sahne arkası var: kuponu ilk aldığımda 'kahve' yazısını görünce sadece kafeteryada geçerli olduğunu sana şapşal -ve tok- ben elimde kuponumla eve dönerken yaptığım şaşkınlığın farkına varınca gerisin geri İkea'ya gittim. Müşteri Hizmetleri'ne gidip durumu anlattım. Bir yandan kendi kendime bile 'Bu kadar da bedavacı olunmaz, 5 euro alıcam diye geldiğin yola bak!' derken ve karşı tarafın da böyle düşünmesinden korkarken; bir yandan da 5 euroluk market alışverişiyle kaç gün karnımın doyacağını bildiğimden bu zahmete değer diye düşünüyordum. Neyse ki karşı taraf da 5 euronun önemli bir miktar olduğunu düşündü ve yarım saat önce alınmış fişim de elimde olduğundan kuponu alıp bana 5 euroyu verdi =)

İşte böyle.

Projenin sitesinde tarihler 16-22 Eylül. Nedense Barselona bir sonraki haftayı, 22-29 Eylül'ü seçmiş projeyi hayata geçirmek için. Tabii bundan herhangi bir şikayetim olmadı benim...

24 Eylül 2008 Çarşamba

Barselona metrosunda mahsur kalmak...

24 Eylül Mercè şenliklerinin son günü. Asıl bayram günü yani.

Öğlen Belediye ve Yerel Hükümetin karşılıklı binalarda yer aldığı Jaume (Jauma) meydanında Barselonalı 'Castellers' (Şatocular) denen ekiplerin gösterisi vardı. Bu şatocular birbirlerinin üstüne tırmanarak insandan kuleler oluşturuyorlar, kulelere de 'castell' yani şato adı veriliyor. Yerde, en alttaki elemanın etrafını saran ekip ona destek vererek dengede kalmasını sağlıyor. Kule yükseldikçe yukarı tırmananların yaşı da küçülüyor. En üsttekilerin en hafif olmasını sağlamak için genelde kulenin zirvesinde ilkokul çağındaki kız ve erkekler oluyor. Başlarında kasklarıyla... Zirveye çıkan küçüklerin kask takması birkaç ölümlü kazadan sonra kural haline gelmiş. Gösterinin sonunda, en son yapılan kulenin zirvesindeki küçük çocuğu belediye başkanı bir iple yukarı çekerek belediyenin balkonuna alıyor ve böylece kule gösterisi sona eriyor.

Daha sonra, akşamüstü, La Rambla boyunca 'Devler ve Canavarlar' geçit töreni yapılıyor. Dev kuklalar peşlerindeki çeşit çeşit (okul orkestrasından Afrika ritim müzikleri yapan gruplara kadar yayılan geniş bir yelpaze) müzik ekipleriyle birlikte Rambla'nın iki tarafına toplaşmış kalabalığın arasından dans ederek ilerliyorlar.

Asıl büyük şamata ise gece 10'da Plaza Espanya'da kopuyor. Montjuïc dağına bakan bu meydanda önce Sihirli Çeşme'deki sular rengarek dans ediyor. Ardından 45 dakika aralıksız devam eden bir havai fişek gösterisi yapılıyor. Aslına bakarsanız, her popüler şarkının en bilinen 10 saniyesini alıp ard arda dizerek oluşturulmuş, üstüne biraz da ünlü televizyon dizilerinin jeneriklerinden dökülmüş (ki Dallas bile vardı mesela) fon müziği yeterince baş döndürdüğünden havai fişekler biraz sönük kalıyor =P Bir de tabii babalarının sırtında gösteriyi tam ekran izleme şansına sahip olan çocuklar arka sıraların şansını biraz azaltmış oluyor. Beni en çok etkileyense Plaza Espanya'daki muhteşem insan kalabalığı ve bu kalabalığa rağmen hiç bir tatsızlıkla karşılaşmamış olmamdı. (Benimle Nişantaşı sokaklarında bir Yılbaşı gecesi geçirmiş olanlara sesleniyorum: o kalabalığı -en az- 10'la çarpıp rahatsızlığı 100'e bölün)

Başlığa gelince: Barselona'nın her yanından insanlar Plaza Espanya'ya doğru muhtelif şekillerde akarken biz de -bir arkadaşla- metroyu denemeye karar verdik. Ne var ki ikinci duraktan sonra tren istasyondan çıkamadan durdu, alarm çalmaya başladı ve tam bu sırada önümdeki turist bayan bayıldı. Yere yığıldı diyemiyorum çünkü yığılabileceği bir yer yoktu... Etrafımızdakilerin olaya el koymasıyla önce iki tıp öğrencisine, ardından bir miktar suya ve en son da bir görevliye ulaşarak (son vagonda olmamızın verdiği şansla) kondüktör bölmesinin kapısından hem bayanı çıkardık hem de kendimizi dışarı attık. Geri kalan yolu da yürüyerek aldık.

Bir de : Katalan Ulusal Radyosu'nun 25. yılıymış bu yıl, tören boyunca ısrarla tekrar ettiler de bunu. (Katalanca olarak tabii)

23 Eylül 2008 Salı

Ben müze gezmekten ne anlarım zaten...

Ziyaretçilere ters davranan müze görevlileri sinirimi bozuyor...

Bu tip görevliler şöyle alt gruplara ayrılıyor:

1. Bilet kuyruğunun başında durup, 'Sen sıranın ne zaman geldiğini anlamazsın, şimdi otur oturduğun yerde. Sonraki, diye emrettiğimde boş olduğunu gördüğün -onu da göremiyosun zaten!- gişeye git!' der gibi, sanki hapisaneye yeni gelen mahkumları banyo kuyruğuna sokarmış gibi davrananlar

2. Yanlış kapıdan, kuyrukta bekleyen kalabalıkları yara yara çıkmaya çalışırken onu duymamış olan -zaten duysa da muhtemelen ana dilinde olmayan bu uyarıyı anlamayacak olan- ziyaretçiyi sanki köpeğini çağırırmış gibi ıslıkla çağırmaya çalışanlar

3. Cep telefonuyla konuştuğu için kendisini duymayan bir ziyaretçiyi bu sefer bağırarak uyarmaya çalışan ve böylece o ana kadar durumdan -bırakın rahatsız olmayı- haberdar olmayan diğer ziyaretçileri kendisi rahatsız edenler

4. Yüzünüze ukala ukala ve kelimesi kelimesine 'Aman kapı koluna dokunmayın, onun restorasyonuna ne kadar para harcandı biliyor musunuz, bir şey olursa ömür boyu çalışsanız ödeyemezsiniz!' demekten utanmayanlar (Bunu hatırladıkça hala kan beynime sıçrıyor. Söyleyenin kafasını kapı koluyla kırası geliyor insanın...)


ve saire...


Bu tiplerin kimiyle şahsen muhattap oldum, kimine sadece tanık oldum. Ve bir iki tanesiyle bugün yeniden karşılaşınca yazasım geldi. Daha niceleri var tabii ama aklıma gelenler şimdilik böyle.

Ziyaretçiler de tip tip tabii. Kabul ediyorum ki onların da bir kısmı sinir bozucu oluyor. Yani bazen görevliler de sinirlenmekte haklı oluyorlar. Ama saygısızlıkta haklı olmuyor bence.

Bunun yanında, gününüzü aydınlatan görevliler de oluyor. Yüzünüze 'müzenin planını hala ezberleyemedin mi be şapşal turist' der gibi bakmayan, nerden çıkacağınızı açık ve net bir şekilde tarif eden güler yüzlü görevliler gibi.

Kısacası ben bugün biraz müze gezdim Barselona'da =)

22 Eylül 2008 Pazartesi

'Mucha' Chocolate Barcelona

Caixa Forum'daki Alphonse (ya da Alfons, kaynaklar kararsız) Mucha sergisi sanırım heyecanla bekleniyormuş Barselonalılar tarafından. Zira sergi Mayıs 2008'den bu yana İspanya turunda ve Barselona'dan önce Madrid'te 350 bin kişi tarafından gezilmiş. Sergide yazdığına göre bu, İspanya'da açılan böyle geniş kapsamlı ilk Mucha sergisiymiş... Güzel de bir sergi. (Bu arada Caixa Forum Türkiye'deki Yapı Kredi Sanat misali, La Caixa isimli bir bankanın kurduğu önemli bir sergi merkezi.)

İspanya'nın -bence- en baba Rock şarkıcısı Joaquín Sabina'nın bir şarkısı vardır, 'Yo quiero ser una chica Almodóvar' (Ben bir Almodóvar kızı olmak istiyorum) diye. İşte ben de bir Mucha kızı olmak istiyoruuuuum! Çiçeklerden bir tacın altında, saçlarına yıldızlar dolanmış, tül tül elbisesiyle adeta boşlukta akıp giden bir kız...

Mucha'nın (Çekler 'Muha' diye okuyor bu ismi) en çok dekoratif panolarına hayranım: her biri dörder panodan oluşan sanatlar; çiçekler; günün saatleri; ay ve yıldızlar -panolar içinde de en çok bu serinin karşısında eriyorum-; değerli taşlar ve mevsimler serileri. (Panoları ve ilerde adı geçen eserleri görmek için tıklayın=)) Tabii Sarah Bernhardt'lı tiyatro afişleri de (özellikle Medea) unutulmaz. Sarah Bernhardt da Mucha'nın afişlerine hayranmış. Hatta hep onunla çalışmak için özel bir anlaşma yapmış. Ve tabii ünlü anekdota göre Medea'da kullanılacak takılar arasında aslında olmayan, tamamen Mucha'nın hayalgücünün ürünü yılanlı takıyı Bernhardt o kadar beğenmiş ki Fouquet'ye aynısını yaptırmış. -Alexandre Fouquet, eserleri karşısında eriyip bittiğim bir diğer Art Nouveau ilahı, dönemin en önemli takı tasarımcısı.- Mucha-Fouquet dayanışması bundan sonra da devam etmiş.

Bunların yanında Zodiac, Rêverie, Princesse Hyacinthe, Job sigara reklamı, Amattler çikolataları reklamı, 1900'da Paris'teki Exposition International için yaptığı çalışmalar da Mucha'nın en ünlü eserleri arasında yer alıyor. Açıkçası sigaraya dair sevdiğim tek şey Mucha'nın Job reklamı için yayptığı afiş sanırım =p Bütün bunların yanında Mucha'nın yağlıboya resimleri de çok etkileyici. Aralarında beni en çok etkileyen kızı Jaroslava'nın portresi oldu. Kızın gözlerindeki ateş hipnotize edici sanki.


Sergiyi gezdikten sonra bir dolu Mucha kartpostalı aldım. Bu yazıyı yazarken isimlerde hata yapmamak için kartlara baktım ve fark ettim ki daha bir sürü almalıymışım... Neyse, Caixa Forum bana yürüme mesafesinde =P Ayrıca sergi dahilinde Mucha hakkında düzenlenen konferanslardan birine de bilet aldım (1 euro), Mucha ve Sembolizm). Burada bir parantez açmak istiyorum: Söz konusu konferansa bilet bulduğuma inanamıyorum. Zira Barselona'daki büyük geçici sergilerin hepsiyle birlikte bir de konferans dizisi hazırlanıyor. Ve bu konferansların biletleri hemen bitiyor. Benim Mucha sergisi açıldıktan 3 gün sonra hala bir konferansa yer bulabilmem güzel oldu yani =) Bu durum İstanbul Film Festivali biletlerine kavuşmak için aşılması gereken kuyrukları hatırlattı bana... Ah İstanbul! Şimdi Film Ekimi kuyruğunda olmak vardı...


Mucha konusunda kendimi daha fazla kaybetmeden diğer başlığa geçeyim. Woody Allen'ın yeni filmi Vicky Cristina Barcelona adını aldığı şehirde vizyona girdi. La Vanguardia'ya göre Barselonalılar filmi yeterince beğenmişler ama filme hayran da kalmamışlar. 'Barselona'nın en turistik, en yüzeysel halini göstermiş Woody Allen' diyordu röportaj yapılan izleyicilerden biri. Ben de izleyeyim bakiim diyordum. Hem ne zamandır (!) Bardem'i göremiyorduk beyaz perdede... Ne var ki bundan önce iki kere gittiğim ve Barselona'da bildiğim tek sinemada katalanca seslendirmeyle oynuyormuş film =( Neyse ki orijinal versiyonun gösterileceği bir başka sinema buldum yakınlarda. En kısa zamanda 'görücem' bu filmi. Duyduğuma göre Film Ekimi'ne de geliyormuş ;)

İşte bugün de böyle geçti bu çılgın şehirde.

Adéu!

19 Eylül 2008 Cuma

Yapış yapış

Sıcak ve nemli havalarda yağmurlukla dolaşmaktan pek hoşlanmadığımı bir kez daha anladım bu gece.

Bugünden itibaren bir hafta boyunca Mercè (Marse) festivali kapsamında Barselona'nın hemen hemen her önemli meydanında gün boyunca konserler var. Tabii esas gruplar gece çıkıyorlar sahneye. Ben de ev arkadaşım Ana'nın peşine takılıp bu konserlerden birine gitmeyi düşünüyordum. Ne var ki yağmurun azizliğine uğradım. Üzerime yapışıp ter ter terleten naylon yağmurluğumun içinde La Rambla'nın bir başından diğerine yürürken anladım ki şemsiye daha iyi bir fikirmiş... Şemsiye'den hoşlanmayan dostlarıma selamlar =)

Sonuç olarak yaz yağmuru ya benim tipim değil ya da bu sefer beni ters bir anımda yakaladı.

Özet

Fark ettim ki şimdi nerelerdeyim, ne yapıyorum hiç anlatmamışım. Çoğu arkadaşım haberdar bunlardan ama yine de bir özet geçeyim istedim.

7 Eylül'de Barselona'ya geldim. Burada tahminen iki yıl sürecek bir Sanat Tarihi Yüksek Lisansı'na başlıyorum, Barselona Üniversitesi'nde. Dersler 10 gün sonra başlayacak, kayıtlarsa derslerden bir gün sonra... Yani aslında hala açıkta sayılırım =)

7'sinden bu yana yaptıklarımsa şöyle: Önce başımı sokacak bir oda aradım kendime. Gayet merkezî, toplu taşımanın her türlüsüne ve şehrin önemli meydanlarına yakın bir noktada (meraklısına: Rocafort metro istasyonu, kırmızı hattın ortalarında) sıcak, sevimli bir yer buldum kendime. Hatta okula yürüyerek bile gidebilirim buradan. Zira, haritaya baktıysanız, sadece 2 metro durağı uzaklıktayım okuluma.

Odama yerleştikten sonra Yabancılar Polisi'ne gittim ama Istanbul'daki Ispanya Konsolosluğu'nun kayıt için yanıma almamı söylediği belgeler meğersem tamamen gereksizmiş. Bambaşka bir liste verdiler bana. Ki listede okul kaydı da mevcut (Bu konuyla ilgili daha fazla bilgi arayışında olanlar Rambla del estudiant turc'a bakabilirler; ancak o blog henüz yapım aşamasında olduğundan bir süre sabretmeleri gerekecek. Verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz...). Dolayısıyla Ekim ayına ertelendi polis meselesi.

Ayrıca buraya bir yıllığına gelmiş Türk bir Erasmus öğrencisine ev arayışında yardımcı oldum biraz. İspanyolca bilmeden buralarda yaşamanın ne kadar zor olabileceğini fark ettim.

Bunun haricinde bol bol sokaklarda dolandım. Özellikle eski şehir kısmındaki dar ve karmaşık sokakları tanımaya ayırdım vaktimi. Dükkânları keşfettim. Yani mesela Barselona'da nereden poster alınır, nereden İspanya bayrağı alınır (=P) artık biliyorum. Söylememe gerek var mı bilmiyorum, bir iki Türk restoranıyla karşılaştım.

Bir de işte kendimi blog yazmaya verdim =) Huyum olduğu üzere, durup durup bir işe bir başladım pir başladım. Aynı anda iki blog birden yazıyorum şimdi. Biri şu anda okuduğunuz daha kişisel bir blog. Diğeriyse yukarıda adı geçen Rambla del estudiant turco. Bu ikincisi daha ziyade Barselona maceralarına ayrılmış; buralara gelecek öğrencilerin ilgisini çekebilecek; bir nevi rehber niteliğinde bir blog olacak. Olacak diyorum çünkü henüz pek ilerleme kaydedebilmiş değilim.

Hatta yazıyı burada sonlandırıp diğer bloguma dönüyorum izninizle.

Fins desprès (Sonra görüşürüz)

18 Eylül 2008 Perşembe

askı!

Askı deyip geçmemek lazım. Zira kendisi Barselona süpermarketlerinde gayet pahalı, o da eğer markette bulabilirseniz tabii. Günlerdir kıyafetlerimi yatarken yatağın üstünden alıp masaya, uyanınca da masanın üstünden alıp yatağa koymaktan sıkılmaya başlamıştım. 'Dolabın yok mu?' diyeceksiniz. Var ama orda da pek yer yoktu açıkçası.

Sonunda bugün Ikea'da hem ucuz hem sevimli hem de bol bol askıları görünce pek bir sevindim. Askı gördüğüme bu kadar sevineceğim aklıma gelmezdi... Siyah, plastik, yuvarlak hatlı 8 adet askı aldım çeşit çeşit modelin arasından. Hem şekilleri hoşuma gitti, hem çok hafiftiler, hem de ucuzdular. Şimdi kıyafetlerim askılarında düzenli bir şekilde salınıyorlar.

Bu arada askının ispanyolcası percha, katalancası penja imiş. Bunu da öğrenmiş oldum. Hatta meraktan fransızcasına da baktım; o da cintre imiş. Bu sonuncusunu ilk defa duyuyorum gibi geldi bana ...

....


Bugün (19/09) Barri Gòtic'te dolanırken sırf askı satan bir dükkana rastladım =) Fiyatları ortalama.

9 ay...

Blog adresini alalı 9 ay olmuş. Bunca zaman yazacak pek çok şey geldi aklıma; bir ucundan başlamanın zamanıdır. Yine de, bakıyorum da saat sabahın ikisi olmuş. Giriş yazısını kısacık tutup yarın yeni bir gündür demek istiyorum...