29 Nisan 2009 Çarşamba

Mémoires Proustiennes



http://www.youtube.com/watch?v=EPQZBx5Ppes



http://www.youtube.com/watch?v=jYb_aYgmGP4

Mistral Gagnant - Renaud (1985)

A m'asseoir sur un banc cinq minutes avec toi
Et regarder les gens tant qu'y en a
Te parler du bon temps qu'est mort ou qui r'viendra
En serrant dans ma main tes p'tits doigts
Pis donner à bouffer à des pigeons idiots
Leur filer des coups d' pieds pour de faux
Et entendre ton rire qui lézarde les murs
Qui sait surtout guérir mes blessures
Te raconter un peu comment j'étais mino
Les bonbecs fabuleux qu'on piquait chez l' marchand
Car-en-sac et Minto, caramel à un franc
Et les mistrals gagnants

A r'marcher sous la pluie cinq minutes avec toi
Et regarder la vie tant qu'y en a
Te raconter la Terre en te bouffant des yeux
Te parler de ta mère un p'tit peu
Et sauter dans les flaques pour la faire râler
Bousiller nos godasses et s' marrer
Et entendre ton rire comme on entend la mer
S'arrêter, r'partir en arrière
Te raconter surtout les carambars d'antan et les cocos bohères
Et les vrais roudoudous qui nous coupaient les lèvres
Et nous niquaient les dents
Et les mistrals gagnants

A m'asseoir sur un banc cinq minutes avec toi
Et regarder le soleil qui s'en va
Te parler du bon temps qu'est mort et je m'en fou
Te dire que les méchants c'est pas nous
Que si moi je suis barge, ce n'est que de tes yeux
Car ils ont l'avantage d'être deux
Et entendre ton rire s'envoler aussi haut
Que s'envolent les cris des oiseaux
Te raconter enfin qu'il faut aimer la vie
Et l'aimer même si le temps est assassin
Et emporte avec lui les rires des enfants
Et les mistrals gagnants
Et les mistrals gagnants

---

Pour les gourmands mélancholiques, au nom de tout les goûts nostalgiques...

26 Nisan 2009 Pazar

Jordi: beyaz atlı prens

Geçmiş 23 Nisan'ınız kutlu olsun. 23 Nisan burda, Katalunya'da da bayram. Hem sevgililer günü hem de kitap bayramı.

Efsane'ye göre Sant Jordi beyaz atının üstünde çıkagelir ve ejderhaya kurban edilmek üzere olan prensesi kurtarir. Kimisine göre canavarı oracıkta öldürür; kimisine göre boynuna tasmayı takar prensesin eline verir. İtiraf etmeliyim ki bu ikincisi pek ikna edici bir son değil.

Sonuç olarak her 23 Nisan'da bayanlara gül erkeklere kitap hediye ediliyor burda. Tabii biz bayanlar böyle durumları entellektüel bünyemize sindiremediğimizden ama şımartılmaktan da vazgeçemediğimizden gelenek biraz değişmiş. Artık bayanlara hem gül hem kitap, erkeklereyse sadece kitap hediye ediliyor.

Sevgililer gününde kitap hediye etmenin romantizme pek uymadığını düşünenler olabilir. Benim bu görüşe katılmayacağımı tahmin edersiniz. Ayrıca geleneğin o kısmı 23 Nisan'ın aynı zamanda Cervantes'in ölüm yıldönümü olmasından geliyor. Edebiyat tarihinin en romantik kahramanlarından birinin yaratıcısı Cervantes'i sevgililer gününde anmak hoş bir tesadüf bence.

Bu 23 Nisan'da çalıştım. Akşam 7'ye kadar... Dolayısıyla gün içinden haberler veremiyorum; ama zaten 7'de sokaklar hala iğne atsanız yere düşmeyecek kadar kalabalıktı. Her gün koştura koştura yürüdüğüm kaldırımlardan Nişantaşı'nda yılbaşı misali sürüne sürüne ancak geçebildim. Her köşede bir gül standı, her kaldırımın bir tarafında boylu boyunca uzanan kitap standları vardı. Katalunya meydanının bir tarafında FNAC diğer yanında Corte Inglés kaldırımı işgal etmişlerdi kendi alışveriş merkezlerinin önündeki upuzuuuun standlarıyla. La Rambla'ya girmedim bile çünkü cadde gözükmüyordu kalabalıktan. Kadınlar, genç kızlar ellerinde sevgililerinin, babalarının, kardeşlerinin hediye ettikleri çeşit çeşit güllerle salınıyorlardı. O gün gül satan bir arkadaşımın anlattığına göre sabah 8 akşam 10 aralıksız ayaktaymış...

Bana gül veren olmadı =P Ama Anna'yla birbirimize kitap hediye etmeyi unutmadık. Ben ona Orhan Pamuk'un Istanbul kitabını hediye ettim. İspanyolca. Katalancası da mevcut bu arada merak eden olduysa. Bana da aşağıdaki kitap geldi hediye. Pek memnun oldum =)

25 Nisan 2009 Cumartesi

Michelangelo - Miquel Barceló

Barselona'daki en uğrak mekânlarımdan biri olan Fundació Caixa'daydım az önce. Yarın bitecek olan Joaquim Mir sergisini gezmeye gittim. Çıkışa yönelmişken soldaki ufak salon yolumu kesti. Miquel Barceló'nun Birleşmiş Milletler'in Cenevre'deki binasında, İnsan Hakları ve Medeniyetler Birliği Salonu'nun tavanını kaplayan eseriyle (El Mar) ilgili ufak bir sergi vardı salonda.



El Mar (Deniz), Foto: REUTERS/Denis Balibouse, (www.miquelbarcelo.info)


Serginin girişinde Deniz'in ufak bir maketi yer alıyor. Altına yerleştirdikleri aynadan boynunuz ağrımadan izleyebiliyorsunuz maketi. Ayrıca Barceló'nun eserine kaç kilo boya vb malzeme gittiği, eserin kaç etapta tamamlandığıyla ilgili bilgiler de mevcut.

Ben bütün bu bilgileri atlayıp yazının etiketine sadık kalarak aklımdan bir anda geçen bir tespiti paylaşmak istedim sizle. Sergide eserin perde arkasını gösteren bir video mevcut. Orada Barceló'nun 'dikit denizi'ni boya pompalarıyla nasıl renklendirdiğini izleyebiliyorsunuz. Bir ara, Barceló tavanda kurulan platformda yere uzanıyor ve denizini izliyor. O an aklıma Sistin Şapeli geldi. Hiçbir şekilde, iki ressamı karşılaştırmak değil amacım. Sadece, ilginç bir tekerrür gibi geldi bana. Michelangelo'nun da muhtemelen bir zaman böyle eserini izlediği ve aslında gerçekten de yaptığı ilk versiyonu beğenmeyip sil baştan başladığı geldi gözümün önüne. Ve birilerinin de o sırada onu izlediği.

Bu irkilme yazılmayı bekleyen 2 yazının önüne geçiverdi işte... Yakında görüşürüz o zaman =)

24 Nisan 2009 Cuma

F.C.Barcelona-Sevilla F.C. : més que un partit*

Geçtiğimiz çarşamba akşamı, aylar sonra nihayet Camp Nou'ya beklenen ziyaretimi gerçekleştirdim: Barselona-Sevilya lig karşılaşmasına gittim. Ev arkadaşım Anna'nın elindeki 2 kombine sayesinde maçı hem ücretsiz hem oldukça güzel bir yerden hem de 'rehberli' izledim.

Bir iki tezahürat öğrendim mesela. Ama burda yazılmaz, ayıp =P Genelde Real Madrid'e ithaf edilen tezahüratlar... 'Zıplamayan Madrid'lidir' gibi... Bu arada, ben bu yazıyı yazana kadar Madrid Sevilya'yı yendi ve Barselona Valensiya'yla berabere kaldı. İşler kızıştı. (4 puan farkla Barselona lider ve ligin bitmesine çok az kaldı)

Ben Madrid-Barselona çekişmesine çok takılmadan başka bir şey anlatmak istiyorum aslında: taraftar portreleri.

Barselona'nın en çok ziyaret edilen müzesinin ve turistik atraksiyonunun F.C.Barcelona Müzesi olduğunu söyleyeyim önce. Bu turistik ilgi maçlara da yansıyor haliyle. Metroda maça giderken çılgınca tezahürat yapanların hepsinin 'guiri' (giri) yani turist olması bundan. Genelde henüz 20sine gelmemiş zayıf, uzun, sarışın delikanlılar çeşitli aksanlarıyla 'Barselonaaaaa!' diye bağırırken katalanlar 'Aman bunlar da nerden çıktı...' der gibi bakıyorlar onlara. Çoğunda Barselona forması var; ama bir kısmı kendi takımlarının formasını giymeyi tercih etmiş. Tabii maça gelmeden içmeyi de unutmamış.

Maçtan bir saat kadar önce stada ulaştığımızdan hemen yerlerimize kurulduk ev arkadaşımla (Şeref tribünün tam karşısına düşen bölümde, ayıptır söylemesi). Yanımıza yaydığı kokudan sinirlerimiz iflas ettiği için kaç fıçı bira içtiğini tahmine zaten yanaşamadığımız, muhtemelen ingiliz bir amca geldi. Zaten o da yerini sora sora anca buldu ve en son yer gösteren adama da uzun bir zaman 'öpücem, valla süper adamsın' tarzında cümleler etti. Neyse ki onunla aramıza daimi bir taraftar, 70lerinde bir amca geldi oturdu. Kulağına da kulaklığını taktı ki maçı aynı anda radyodan takip edebilsin. Biraz daha sonra önümüzde ufak çaplı bir cingar çıktı: 2-3 genç gelip boş buldukları yere oturmuşlar; o yerlerin yaşlıca sahipleri gelince de kovulmayı pek sindiremediler. Gerçi saygısızlık biraz karşılıklıydı... Olay etraftakilerce yatıştırılınca benim hemen önümdeki 2 teyze başladılar dedikoduya, çeneye ve pikniğe. Ve bütün gece hiç durmadılar, maçı da hiç izlemediler. O kadar ki, kulağında kulaklığı olmasına rağmen yanımızdaki amca bile söylendi durdu onlara. Teyzelerin bir önünde de tam zıtları olacak şekilde fena taraftar bir abi bütün maç bağırdı, kızdı, alkışladı, küfretti, destekledi vs.

Tek tek portrelerin ötesinde Barselona taraftarı aslında oldukça organize. Karşı takıma ıslık, kendi oyuncularına tapınma, tezahüratlara eşlik, kaçan gollerden sonra bir ağızdan insanın içine dokunan bir 'uyh' çekme ve 4-0 giden maçın 85. dakikasından itibaren 'nasılsa yendik, bari kalabalığa kalmayalım' diyerek pıtır pıtır stadı terk etme vb durumlarda sonuna kadar birlikteler.

Uzun lafın kısası, futbolu canlı canlı izlemek bir başkaymış. Seneye benim de kombine alasım geldi. Hem o zaman Messi'yi ve Puyol'ü de izleme fırsatım olur belki. Sevilya maçında oynamadılar =( Ama canlı canlı ve hep birden olunca Iniesta, Xavi, Yaya Touré, pichichi (gol kralı) adayı Eto'o ve Dani Alves zaten aşırı dozda hayranlık ve hayret uyandırıyorlar. Bu arada isimleri yanlış yazmamak için kulübün sitesine bakarken doğum tarihleri dikkatimi çekti: Messi 86lı, Iniesta 84lü, Eto'o 81li, Alves 83lü.

Bir zamanlar yıldızlar o kadar büyük olurdu ki 'gençlik' hallerine hayran olurduk... Hayal kurmanın bir anlamı, bir heyecanı vardı yani =P Şimdi yıldızlara bakınca 'bu yaşıma geldim bi adam olamadım' duygusu uyanıyo insanda.


*més que un partit: bir maçtan çok daha fazlası (F.C.Barselona'nın 'Més que un club' sloganına atfen)



www.fcbarcelona.cat

20 Nisan 2009 Pazartesi

Köprüyü beklerken



Barselona sahili, alışveriş merkezi Maremagnum'a giden iskelenin önü. Limana fiyakalı bir giriş yapan gümrük teknesinin ardından köprünün yeniden 'köprü' halini almasını ve diğer tarafta kalan kalabalığın üzerlerine hücum etmesini heyecanla bekleyen turistler.





Kapanınca da böyle oluyor işte.

19 Nisan 2009 Pazar

Okumanın faydaları çok...

Kaybettiğinizi hatırlamadığınız bir şeyle yeniden karşılaşınca nasıl hissedersiniz?
Son günlerde Mario Benedetti okuyorum soluksuz bir şekilde. Elime aldığım son kitapta, Primavera con una esquina rota (Bir ucu kırık bahar)'da 2007 yazından kalma bir anımla, Salamanca'daki dil kursunda okuduğum bir metinle karşılaştım yeniden. İçim ısındı. Belki de Barselona sahilinde o anda güneş açtığındandır.

5 Nisan 2009 Pazar

Güzergâh

Uykuya dalmadan önce saçmalayasım var biraz.

Bugün kendimi sahile atasım geldi. Katalunya Meydanı civarındaydım. En kısa ve en turistik güzergâh olan La Rambla yerine, her zamanki gibi, ona paralel Portal de l'Angel'den indim sahile. Aslında bu 'sahile inme' aktivitesi çok hoşuma gidiyor. Bir çeşit engelli koşu, ya da Monkey Island tipi bir bilgisayar oyunu (adventure game) gibi geliyor bu yol bana. Yolda ilerlerken çarpmaman gereken başlıca aktörler: turistler, bisikletliler -ve kaykaylılar tabii ki-, liseliler, vb...

Bu güzergâhın bir güzel yanı da meydan-sokak-daha dar sokak-meydan-... gibi bir dizin içinde sürekli değişen bir dekorda ilerliyor olmanız. Portal de l'Angel'in alışveriş kalabalığını Katedral'in keyfine düşkün yaya kalabalığına, Jaume Meydanı'nın Sardana dansçılarını San Miquel Meydanı'nda kahve içen tek tük insanlara ve bütün bunların sonunda dar sokakları Drassanes'in, Kolomb Anıtı'nın geniiiş yollarına bağlayan bir güzergâhtır bu. Kah daralır kah genişler, kah hızla gidilir kah anca ufak adımlar atılır. Yolun sonunda ise en büyük 'engel' vardır: Limandaki yaya köprüsü. Şimdilik ben üstündeyken açılmadı; ama yaya trafiği kesintisiz akarken bile aslında akmaz bu köprüde. Çünkü köprü dar, sahile ulaşmak isteyen çok. Özellikle de kıyıdaki banklara. Ve üç parça olan bu köprünün tam ortasındaki parçada yürüyorsanız bir aşağı bir yukarı sallanıp durursunuz.

Bugünkü gibi serin ama günden kalma bir sıcaklığı da taşıyan, açık havada oturmaya teşvik eden bahar akşamlarında tavsiye edebileceğim bir rotadır bu.

Bu hava yüzünden ben hep Ege'de bir sahil kasabasında, akşam, kapı önü merdivenlerinde ya da plajdaki salaş kahvede oturup çekirdek eşliğinde edilen 'aynalı' muhabbetler düşler dururum. Aslında balkonların loş sarı ışıkları altında geçen fasıl gecelerini ucundan yakalamış olduğuma göre, belki bu düşkünlüğüme nostalji bile denebilir.

Böyle bir şeylerdi işte bu akşam aklımdan geçenler.

Keyifli baharlar =)