8 Ekim 2008 Çarşamba

faune et flore (fauna ve flora)

Eğitim hayatımın ilk yıllarından kalma 'Çevremizi tanıyalım' prensibinden yola çıkarak, çoğunlukla fakülte ve civarında olduğum bu günü etrafıma daha dikkatli bakarak geçirdim.

Gün boyunca farkına vardıklarım ya da aklımdan geçenler şunlar oldu:

Fakülte adeta bir bermuda şeytan üçgeninin ortasında: üç taraftan, benim içinde kaybolmam için tasarlanmış kitapçılarla çevrili. İkisini keşfettim şimdilik. Ama henüz kıyılardayım.

Yine fakülteyi sarmalayan sokaklardan birinde kırtasiye-sahaf karışımı bir dükkan var. Adına dikkat etmemişim ne yazık ki... Ama önemli dergilerin -özellikle sinema- eski sayıları, ikinci el kitaplar, ucuz dvdler ve dükkana hakim olan caz melodisi göz önünde bulundurulursa, nasılsa tekrar gideceğim oraya. Bu sefer adını da öğrenirim.

Barselona Güncel Sanat Müzesi'nin karşısında okuyup da müzenin önündeki meydan-vari mekanda oturmadan -diğer bir deyişle, bir şeyler okumaya çalışırken aslında etrafı dinlemeden-olmaz. Ben de kırtasiye işimi hallettikten, yemeğimi de yedikten sonra MACBA'nın önünde oturdum; açtım önüme ders programlarımı (a evet, burda hoşuma giden bir şey de hafta hafta işlenecek konunun, dersin amacının ve yönteminin, gelecek konuk hocaların, yapılacak ödevlerin, okunacak kitapların uzun uzun anlatıldığı ders programları...). Ama onlarla işimi kısa tuttum. Tepemden -sadece benim değil tabii, müzenin önündeki platformda oturan herkesin tepesinden ve daha çok sağından solundan- atlayıp duran kaykaycıları izlemeye başladım.

MACBA'nın girişi tasarlanırken böyle işlev öngörülmüş müydü bilmiyorum. Ya da müzedekilerin bu kullanım hakkında ne düşündüklerini... Ama o meydana ses getirmiş kaykay trafiği. Sadece kulak verilince / --------------- !! / gibi şematize etmeye yelteneceğim bir dizge sürekli tekrar ediyor insanın beyninde. Programları okurken bir yandan bu ritmin bende bir beklenti yarattığını fark ettim. Sondaki ünlem yere iniş kısmının başarılı olup olmamasını takiben değişik haller alıyor çünkü. Ünlem sayısı arttıkça başımı kaldırıp kaykaycının sağlığını kontrol edesim geldi benim de. Sonra, 'madem ses bu kadar ilgimi çekti, bari seyredeyim' deyip kağıtları topladım ve bir süre kaykaycıları izledim. Bu arada, profesyonel olup olmadıklarını bilmiyorum. Yine de en azından bir kaçı ciddi ciddi antrenman yapıyor gibiydiler. Müzenin önünde yayılmış bizler, çok heyecanlı bir izleyici kitlesi olmasak da en azından tehlikeli atlayışlar başarıyla sonuçlanınca memnuniyetimizi, pisi pisine düşüşlerde 'tüh'lerimizi paylaşarak dahil olduk onların antrenmanlarına.

Antrenmanın sonunu beklemeden fakültenin kütüphanesine geçtim. Zira okumalarıma hızlı bir giriş yapmazsam pek toparlanamayacağım Sanat Tarihi konusunda. Fakültenin kapısına yürürken hep solumda, zeminle bodrum arasında asansörde kalmış gibi duran devasa pencerelerinden içini gördüğüm kütüphaneye bugün ilk defa girdim. Ve o pencerelerin dibinde bir masaya yerleştim. Camın sokak tarafından içeriye bakmak kadar, içerden-aşağıdan sokağa bakmak da ilginçmiş doğrusu (Kütüphaneye gidip de sürekli boynum havada dışarıyı izlemedim tabii, önce gerektiği gibi okumamı yaptım =P). Ama bence camdan içeriyi keşfetmeye çalışan şirincik benden daha çok eğleniyordu. Elleriyle cama dayanıp merakla aşağıdakileri inceleyen, zaman zaman abrakadabra usülü camı ortadan kaldırıp bizlere katılmaya çalışan bu sevimli yaratık o camın ardında yatan fikre şimdiden hakim olmuş sanki. İçerisiyle dışarısı arasında kurulmuş, içerinin çekiciliğini arttırmayı amaçlayan bir şeffaflık...

Günün geri kalanını düşündüm de, o ufaklıktan sonra yeni bir başlık açmaya gerek yok bence. Bu günün en parlak anı oydu çünkü.


A reveure!



NOT: Yorumlardaki konu önerilerini okudum =) İlgili konular hakkında çalışmalarım sürüyor. Yakında sonuçları paylaşacağım sizlerle...

Hiç yorum yok: