25 Mart 2009 Çarşamba

The Curse of Cursive

Aslında ne zamandır el yazısı yazdığımı hatırlamıyorum. Bu yazıyı hazırlarken 'Keşke Türkiye'de olsaydım; eski defterlerime bakardım' diye geçirdim aklımdan. Yalnız, şunu çok iyi hatırlıyorum: ilk Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi sınavının sonuçları açıklanıyor. Hocam bana 'Ben el yazısı okuyamıyorum; gelecek sefer el yazısı yazma' diyor ve bazı arkadaşlarımı bir gülmek alıyor. Hocaya değil bana gülüyorlardı herhalde çünkü benim el yazısı yazmamdan yıllardır muzdarip bir kısmı: el yazısından kopya çekemiyorlardı bazıları.

'El Yazısının Laneti' başlığını görünce (Jessica Bennett'in Newsweek'te yayınlanmış The Curse of Cursive başlıklı şu yazısının 1 Mart 2009 tarihli Türkiye Newsweek'teki çevirisi) Bennett'in benim az önce anlattığıma yakın durumlar paylaşacağını sanmıştım. Geçmişim şartlandırmış beni anlaşılan. Bennett'in yazısı satırlar geçtikçe şaşkınlığımı ve hayal kırıklığımı arttırdı. Biraz da midemde sinir kramplarına sebep oldu.

Yazının girişi şöyle: 'In all my years of school, there was only one time I cried in class. It was the first week of first grade—Mrs. Scougie's room—and we were learning cursive. Q. I hated the letter. But it wasn't that I couldn't get the strokes right. It was the way I held my pencil: with four fingers around the base, not three—an apparent crime against writing protocol. And though I still write that way, thank you very much, I haven't used script since elementary school. I type, I Twitter, I Facebook and IM. I e-mail co-workers who sit feet from my desk, and text rather than call. The only time I pen a handwritten letter is when I write to my grandmother. So when I hear people say that penmanship is dead, my response: it's about time.'

Ben okul hayatım boyunca birden çok defa ağlamışımdır. Matematikten 100 üstünden 13 aldığımda, fizikte en kolay konulardan olan teraziyi bir türlü yapamadığımda vb... Ama matematik sınavlarının gereksiz, bütün terazilerin dengesiz olduğunu iddia etmedim hiçbir zaman.

Bennett daha sonra Kitty Burns Florey'nin Script ans Scribble kitabına değiniyor: '...she argues that there's simply too much to be lost by allowing the written word to fade into irrelevance. Penmanship, Florey believes, is about more than pretty loops and strokes. It's a way to understand our past, reflect ourselves in the present and maybe even improve our cognition in the future.' Grafolojik tartışmalar bir yana, yıllar önce yazdıklarına bakıp kendi yazısını tanıyamayınca şaşırabilir insan. Tıpkı gençlik fotoğraflarına bakıp şaşırmak gibi. Nasıl biz kilo alıyor, saçlarımızı değiştiriyor, apoletlerimizi çıkarıyorsak yazımız da şekilden şekle giriyor sanki. Oysa dijital harflerde bu yaşanmışlığın, bu yıllanmışlığın tadına varmak mümkün değil. Arial, hep aynı Arial. Ya da en azından onun tasarımını değiştirmek benim elimde değil. 'Ben tipografım, dijital alemde harflere kalemle olduğumdan daha hakimim' diyenlere şimdilik pek lafım yok.

Florey'den alıntı devam ediyor: '... I think there are a lot of people who just can't stand to see handwriting die. And it's not just old people!' Bu insanlardan biri benim, biri de babam (ki eminim annem ve birçok tanıdığım da aynı fikri paylaşıyordur). Benim militanlığımın ardında babam var zaten. Eve bitişik yazıyla yani el yazısıyla yazılmamış bir kartpostal gönderecek oldum; el yazımı kaybettiğim endişesi sardı sevgili babacığımı. Benden büyük olsa da babamın pek yaşlanmadığı bir gerçek. Yani Florey'nin çizdiği profile uyuyoruz: el yazısını savunanların hepsi yaşlı değildir. El yazısıyla övünen bir babanın el yazısıyla övünen kızı olarak şunu da belirtmem gerek: ikimiz de bilgisayarlarımızla gayet sıkı fıkıyız. Yani Bennett'in 'Yaşlı değiller belki ama dünyadaki gelişmelere yüz vermeyen tipler (out-of-touch people) olabilirler.' sözünün alttan alttan önerdiği gibi teknolojiye soğuk insanlar da değiliz. Şu bloğu yazıyor olmam bile dijital harflerden umutlu olduğumu gösterir sanırım.

Ne var ki bilgisayar ekranı müsvedde üzerinde çılgınca eklemeler, karalamalar yapmanın verdiği tatmini veremiyor. El yazısının kaçınılmaz düzensizliği, sayfalar aktıkça yorulan elden çıkan yazının büyümesi, hangi harfe dönüşeceğinin kararsızlığıyla üzerinde fazla duraklanmış bir noktada biriken mürekkep, bir yazdığınızın üstünüzü ne kadar karalasanız da bir daha asla o kağıdın yüzeyinden ayrılmayacağını bilmek... Çok şairane şeyler gibi geliyor biliyorum; ama biraz da ruhumuza özen göstersek ne kaybederiz? Klavyeyle yazmanın da heyecanlı tarafları var tabii ki: tuşlardan çıkan takur tukur ses, uzun ve yorucu bir cümlenin sonunda noktaya adeta bir kahraman havasıyla basmak... Yani neden hayatımda her ikisi de olabilecekken sadece biriyle yetineyim?

Word bağımlısı bir insanım; malum, ödevler... Hatta çoğu zaman doğrudan bilgisayarda yazarım. Bu yazıyı ise bir kafede oturmuş, yanımda bilgisayarda çalışan adamın şaşkın bakışları altında elde kaleme alıyorum. Konuyla alakalı bir refleks olsa gerek.

Burda durup bir noktada Bennett'a hak vermek istiyorum. (Ayrıca yeri gelmişken: içeriği benim için acı verici olsa da teknik olarak çok başarılı bir metin. Yoksa bu kadar yorum yapılamazdı üzerine.) Güzel yazı derslerinin yüklü bir miktar eğitimsel militarizm içerdiğine katılıyorum. Yani herkesin aynı el yazısıyla yazması ne korkunç olurdu! Zaten herkesin el yazısı yazması ne korkunç olurdu! Bennett bizim el yazısı dediğimiz cursive yazıya karşı olsa da diğer el yazısına yani normal yazıya o kadar da karşı görünmüyor -kendisi onu da kullanmamasına rağmen. Bence, bitişik olsun olmasın önemli olan insanın kendi 'el'ine, kendi tasarımı bir yazı stiline sahip olması. Hatta bu stilin de tercihen okunaksız olması =P Okunaksız, çirkin yazdığını düşünen arkadaşlarım var. Oysa tam da bu standart harici yazıları yüzünden ben o arkadaşlarımın yazdıkları kelimelerden büyük keyif alıyorum. Nasıl heceler tonlamayla, ses tonuyla anlam kazanabiliyorsa; harfler de 'el'le anlam kazanıyor bence.

Kısacası el yazısı yazmak şart değil. Ama elle yazmak bence şart. Yamuk yumuk, eciş bücüş olsun ama size özgü bir el yazınız olsun bence. Her şeyin aslında 'anlamsız' olduğu hayatımızda anlamsız da olsa böyle bir detaya yer var bence. Beynimizin kıvrımlarına olduğu kadar ruhumuzun kıvrımlarına da özen gösterelim.

Ben daha çok kafa ütülemeden ve uykusuz kalmadan burada kesiyorum.

Buzdolabının kapağında muzip mesajlar, eski kitapların arasında unutulmuş mektuplar bulup tadını çıkarmanız dileğiyle...

4 yorum:

sarper dedi ki...

Çok sık yazmıyor olsam da mektuplarımı elde yazmayı tercih ediyorum. El yazısı yazamıyorum ama karakteristik olduğuna inandığım bir yazım var -"kötü" yerine "karakteristik" demek de ne pis bir politically correctness örneğiymiş-

Diğer taraftan mektubun şöyle bir yanı var: "Sent Items" diye bir klasörün olmuyor, yolladığın mektup artık tamamen alıcının mülkiyetinde oluyor yani.

Son olarak belirteyim, blog yazılarımı bilgisayardan ya da cep telefonumdan yazıyorum, elde değil...

absen dedi ki...

belki orijinal hali el yazısıyla yazıldığındandır bilemiyorum ama okuduğum en güzel blog yazılarından biriydi. eline sağlık..

erk dedi ki...

Yıllardır Ingilizlerı el yazılarından tanırım dıye soylenır dururum...
Düşüne bılıyormusunuz bır mıllet bellı bır el yazısı formatı uzerıne egıtım alıyor...
Sonuçta bir şablon mu çıkıyor ortaya? Hayır...
Herkez bir birey, ayrı karakterde, ama yazıda O lar O, A lar A) Ama bir kalite çıkıyor...Atatürk'un baslattıgı o KARA TAHTA onundekı devrımı herkes kulak ardı ettı...
Sonunda bu hale geldik...
bırakın yazı kalitesini, konuşma ve aksan da da da bu aynı çöküntü yokmu? Düzgün TÜRKÇE konuşabilen kaç kişi kaldı? Yaşlılar mı? Üstdüzey bürokratlar mı? Hayır... Ama o çok az sayıda gençler hepsi yurt dışında.... geriye BAŞ'a oturmuş bir sürü abidik-gubidik... O nedenle Deno kızım ne yaşlı ne de gençsin, ama çok doğru bir yoldasın... Ben babanın imza ve el yazısı ÖZEL defterlerini çok yakından bilirim, kendim de öyleyim, BABAM da öyle idi; hem soldansağa hem de sağdansola çok güzel el yazısı yazar idi, ama hiç bir zaman "baldırıçıplak" çöl arabının alfabesine geri dönelim demedi...
tam tersine o alfabenin Türkçe sesleri ifade edemediğini söyledi hep (örneğin P sesi yoktur yerine B sesi vardır, arap PARKING diyemez BARKING der... bu da bir AMARIKAdaki ARAP-TRAFFICPOLICE fıkrasıdır)... O karakterler ONUN (yani babamın) İMZASI idi yazdığı yazının altına imza atması gerekmezdi..
Bir de bak şimdi ne oldu?
YAAAAA!!!! diye başlayan HER CÜMLE... mekansız, saygısız ve de FÜTURSUZ... Terbiyesiz ve de kültürsüz...

erk dedi ki...

Yıllardır INJULUZları el yazılarından tanırım dıye soylenır dururum...Millet de bakar BÖN BÖN ne diyor yine bu UKELA derler (yüz ifadelerinden anlaşılır)...
Düşüne bılıyormusunuz bır mıllet bellı bır el yazısı formatı uzerıne egıtım alıyor...
Sonuçta bir şablon mu çıkıyor ortaya? Hayır...
Herkez bir birey, ayrı karakterde, ama yazıda O lar O, A lar A) Ama bir kalite çıkıyor...Atatürk'un baslattıgı o KARA TAHTA onundekı devrımı herkes kulak ardı ettı...
Sonunda bu hale geldik...
bırakın yazı kalitesini, konuşma ve aksan da da da bu aynı çöküntü yokmu? Düzgün TÜRKÇE konuşabilen kaç kişi kaldı? Yaşlılar mı? Üstdüzey bürokratlar mı? Hayır... Ama o çok az sayıda gençler hepsi yurt dışında.... geriye BAŞ'a oturmuş bir sürü abidik-gubidik... O nedenle Deno kızım ne yaşlı ne de gençsin, ama çok doğru bir yoldasın... Ben babanın imza ve el yazısı ÖZEL defterlerini çok yakından bilirim, kendim de öyleyim, BABAM da öyle idi; hem soldansağa hem de sağdansola çok güzel el yazısı yazar idi, ama hiç bir zaman "baldırıçıplak" çöl arabının alfabesine geri dönelim demedi...
tam tersine o alfabenin Türkçe sesleri ifade edemediğini söyledi hep (örneğin P sesi yoktur yerine B sesi vardır, arap PARKING diyemez BARKING der... bu da bir AMARIKAdaki ARAP-TRAFFICPOLICE fıkrasıdır)... O karakterler ONUN (yani babamın) İMZASI idi yazdığı yazının altına imza atması gerekmezdi..
Bir de bak şimdi ne oldu?
YAAAAA!!!! diye başlayan HER CÜMLE... mekansız, saygısız ve de FÜTURSUZ... Terbiyesiz ve de kültürsüz...